“SÜNNET”İN ÜSTÜNE, BİR DE “MİKROFON!..” « Samsun Haber | Samsun Son Dakika Haberler

SAMGİAD Matematik Okulu’nda 23 Nisan Etkinliği

EĞİTİM, GÜNDEM, SİYASET, Yerel haber

İLKADIMLI ÖĞRENCİLERDEN ATIK PİL TOPLAMA PROJESİNE DESTEK

EĞİTİM, EKONOMİ, GÜNDEM, SİYASET, TEKNOLOJİ, Yerel haber

“Yeni Çağın Odak Noktası Akıllı Ulaşım Sistemleri”

EKONOMİ, GÜNDEM, OTOMOBİL, SİYASET, TEKNOLOJİ, YEREL HABERLER

1991 MEZUNLARI SINIFLARINDA BULUŞTU

EĞİTİM, GÜNDEM, SİYASET

      “SÜNNET”İN ÜSTÜNE, BİR DE “MİKROFON!..”

Derebahçeli/Ali Kayıkçı

                       

                        “SÜNNET”İN ÜSTÜNE, BİR DE “MİKROFON!..”

*  “Ey îmân etmekle şereflenen kullarım! Cumâ günü, öğle ezânı okunduğu zaman, hutbe dinlemek ve Cumâ namâzı kılmak için câmiye koşunuz. Alış-verişi bırakınız! Cumâ namâzı ve hutbe size, başka işlerinizden daha faydalıdır. Cumâ namâzını kıldıktan sonra, câmiden çıkar, dünyâ işlerinizi yapmak için dağılabilirsiniz. Allahü teâlâdan rızık bekleyerek çalışırsınız. Allahü teâlâyı çok hâtırlayınız ki, kurtulabilesiniz..”  (Kur’ân-ı Kerîm; Cum’a Sûresi, âyet 9-10)

*  “(Resûlüm) sana vahyolunan Kur’ân-ı Kerîmi oku ve insanlara ulaştır. Salâtında/Namâzında dikkatli ve devamlı ol; çünkü salât, insanı dînin ve aklın kötü gördüğü şeylerden men eder, alıkor.” (Kur’ân-ı Kerîm;  Ankebût Sûresi, âyet 45)

*  “De ki: (…) Her mescidde yüzünüzü Kıble tarafına çevirin ve dinde samimi olarak O’na ibâdet edin!”, “Ey âdemoğulları! Her mescid huzurunda namâz kılacağınız zaman….”  (Kur’ân-ı Kerîm; A’râf Sûresi, âyet 29, 31’den)

*  “…secde et ve (Allah’a) yaklaş!..” (Kur’ân-ı Kerîm; Alak Sûresi, âyet 19’dan)

*  “Gündüzün başı ve sonu ile gecenin gündüze yakın saatlerinde namâz kıl; şüphesiz iyilikler kötülükleri giderir.” (Kur’ân-ı Kerîm; Hud Sûresi, âyet 11)

*  “Rablerinin emrine… uymayanlar ise, yeryüzünde bulunan tamamı ve bir katı daha kendilerinin olsa, hepsini kurtuluş akçesi (fidyesi) olarak verirlerdi. İşte onlar! Hesabın kötüsü onlar içindir, varacakları yer de Cehennemdir ve orası ne fena yataktır.” (Kur’ân-ı Kerîm; Ra’d Sûresi, âyet 18)

*   “Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; ‘Birinin evi önünde nehir olsa, her gün beş kere bu nehirde yıkansa, üzerinde kir kalır mı?’ diye sordu. Yanında bulunanlar; ‘Hayır yâ Resûlallah!’ dediler. ‘İşte, 5 vakit salâtı kılanların da, böyle küçük günâhları affolunur.’ buyurdu.”, “Büyük günâhlar işlenmedikçe kılınan beş vakit namâz arası ile iki Cumâ arasında işlenen küçük günâhlara kefarettir.” , “Bir Müslüman;  farz bir namâzın vakti geldiğinde, güzelce abdest alır, huşû içinde rükû ve secdelerini de tam yaparak namâzını kılarsa, büyük günâh işlemedikçe bu namâz, o güne kadar işlediği bütün günâhlarına kefaret olur. Bu her zaman için böyledir.”, “İki serinlik vaktinde kılınan namâzlardan sabah ve ikindiyi kılan kimse, Cennete girer.”,  “Güneş doğmazdan (sabah)  ve batmazdan önce namâz (ikindiyi) kılan bir kimse, Cehenneme girmeyecektir.”, “Sabah namâzını kılmak suretiyle güne başlayan kimse; Allah’ın himayesine girmiş olur. Ey Âdemoğlu, Allah seni sana yüklediği bir görevden dolayı sorguya çekmesin!”, “Günlerin en kıymetlisi Cumâ’dır. Cumâ günü, bayram günlerinden ve Âşûre gününden daha kıymetlidir.”, “Cumâ günü gusûl edip namâz için câmiye gidip nâfile namâz kılan ve imâm hutbeden ininceye kadar sessizce oturup, sonra imâmla beraber Cumâ namazını kılanın, bir hafta sonraki Cumâ’ya üç gün daha ekleyerek olan gün miktarı işlediği günâhları mağfiret olunur.”, “Bugün (Cumâ günü) Müslümanlara hayr, bereket, iyilik vardır.”, “Câmiler Allah’ın evidir. Câmiye devam edenin, huzura kavuşmasına ve Sırattan geçip Cennete girmesine Allahü teâlâ kefildir.”, “Allahü teâlâ buyurdu ki, oturulacak yerlerin en iyisi câmiler, en kötüsü de sokaklardır.”, “Salât kılmayanlar, Kıyâmet günü, Allahü teâlâyı kızgın olarak bulacaklardır.”, “Namâz kılmayanın İslâm’dan nasibi yoktur.”, “Kasten (mazeretsiz) namâz kılmayanın diğer amellerini Allahü teâlâ kabul etmez. Tevbe edinceye kadar Allah’ın himayesinden de uzak olur.”,  “Dinde yeni ortaya çıkan şeylerden kaçınınız. Çünkü bu yeni şeylerin hepsi bid’attir. Bid’atlerin hepsi dalâlettir. Yoldan çıkmaktır.”, “Bir millet, dîninde bir bid’at yaparsa, Allahü teâlâ, buna benzeyen bir sünneti yok eder. Kıyâmete kadar bir daha geri getirmez.”,  “Allahü teâlâ, bid’at sâhibinin orucunu, haccını, umresini, cihâdını, günâhtan vazgeçmesini, adâletini kabul etmez. Hamurdan kılın çekilmesi gibi, İslâm’dan çıkar.”, “Bid’at sâhibi, bid’atinden vazgeçinceye kadar, Allahü teâlâ tövbesini kabul etmez.”  (Hz. Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”)

*  “Namâz kılmayan, namâz kılmamakla bütün mü’minlere zulmetmiş bulunuyor. Zîra her namâzda (Esselâmü aleynâ ve âlâ ibâdillâhissâlihîn) demekle bütün müminlere duâ ediliyor. Her gün beş vakit namâzda 20 defa tekrar olunan bu duâdan Müslümanları mahrûm bırakıyor. Yani, hakları olan bu duâyı terk ediyor. Kıyâmet gününde bütün mü’minler bu haklarını namâz kılmayanlardan alacaktır. Namâza gevşeklik gösterenler, namâzı önemsemeyip hafif tutanlar birçok cezâya uğrarlar. Ömründe hayır ve menfaat görmez. Çeşitli hastalıklar, çeşit çeşit aşağılıklar, hakaretler ve zilletler içerisinde hayât sürer. Kimseden saygı görmediği gibi, çeşitli mahrumiyet ve zaruretlere mübtelâ olur. Sıhhatinden hayır ve menfaat görmez. Genel olarak kötü yerlerde bulunan kimseler, namâzına devam etmeyenler veya namâzında gevşeklik gösterenlerdir. Bu gibi yerlerde, ekseriya namâzı terk edenler, namâza gevşeklik gösterenler görülür. Bunun gibi, zahmetli, yorucu ve ağır işlerde çalışanlar da çoğunlukla yine namâz kılmayanlardır. Namâzı doğru kılanlar, sâlihlerin yanında hürmet ve haysiyet ve îtibâr sâhibidir. Bu gibiler, arkadaşları ve akrabaları arasında seçilmiş ve saygılıdır. Cenâb-ı Hakk’ın hizmetinde bulunmaya yarar kimselerin simâlarında, kendi yaradılışlarındaki güzellik ve cemâlden ayrı olarak bir başka güzellik ve cemâl vardır ki, namâza gevşek davrananlar her ne kadar güzellenme ve süslenme sebeplerine başvursalar da, her gün defalarca hamama girip çıksalar da, türlü türlü, çeşit çeşit ve yeni elbiseler giyseler de, yine bu güzellik ve cemâla kavuşamaz ve bu simâya bürünemezler.”  (Seyyid Abdülhakîm-î Arvâsî “k. sirruh“; Sefer-i Âhiret Risâlesi)

“Bid’at: Sonradan ortaya çıkan şey, ilk defa benzersiz bir şey ortaya koymak. Sünnete giden yol; bid’atten kaçmak, Ashâb-ı Kirâmın icmâsına (söz birliğine) uymak, bozuk din adamlarından uzaklaşmak, bir Allah adamını tanımak ve eserlerini okumaktır. Bidatin terki, sünneti yerine getirmekten iyidir. Bidatin yaygın olduğu, sünnetin terk edildiği bu karanlık zamanda, ilim öğrenmek, öğretmek ve yaymak en önemli iştir. Resûlullah’ın sünnetini ihyâ etmek maksatların en büyüğüdür. Bu dünyâ; amel, iş, ibâdet yeridir. Bid’at Ehli: Bid’at sâhibi, îtîkâtda (inançta) ve amelde (ibâdette) dînin usûlüne uymayıp, yenilikler ortaya çıkaran kimseler, dinde reformcular. Bid’at-ı Hasene: Resûlullah’ın ve dört halifesinin zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebep olmayan minâre, medrese, mektep yapmak, İslâmî ve faydalı kitaplar yazmak gibi güzel şeyler. Bid’at-ı Seyyie:  Resûlullah’ın ve dört halifesinin zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebep olan kötü şeyler” (Türkiye Gazetesi Dînî Terimler Sözlüğü; C. 1, s. 55)

“Bizce şiir, mutlak hakîkatı arama işidir… Mutlak hakîkat Allah’tır… Şiir, Allah’ı sır ve güzellik yolundan arama işidir… Şiir, türlü tecelli yoluyla Allah’tan gelir ve bütün bu perdeleri devirerek Allah’a yol açmaya doğru gider…”  (Necip Fâzıl Kısakürek-Çile)                                    

* “Kimi zaman, ciltler dolusu kitabın yapamadığını bir şiir yapar.” (Namık Kemâl Zeybek-Kültür E. Bakanı)

*  “Allah, şiiri hak yolunda kullananlardan râzı olsun!” (Prof. Dr. Cevat Akşit-Millî Gazete; 27.04.2017, s. 9)

“Şiir; gönlün, aşk denilen muazzam, muazzez, müzeyyen, mükemmel, mümtaz, feyizli, fazîletli ve edebli vasıflarıyla göz kamaştıran ve akl-ı selîmle müşterek, esrarlı câzibenin şahlanışıdır.” (M. Hâlistin Kukul-Uyanmak Zamanı; s. 432)

                              

S

aygıdeğer Okuyucularımız!..

Merhum “Nihad Sami Banarlı”;  30.09.1969 günlü “Meydan Mecmuası”nda, “İbâdetlere Mikrofon Zulmü”nün karıştırıldığı yıllarda, kaleme aldığı bir makâlesinde özetle şöyle demekte idi:

“(…) ezanları, o cırtlak, o parazit dolu hoparlörleri bağırta bağırta okutmaktan vazgeçmeliyiz. Çünkü ezan, (…) o güzel insan sesleriyle, tarih kurulalı beri, yeryüzünde ibâdete çağrı’şın, insanda, (…) huşû uyandıran en semâvi olanıdır. Bu hoparlörlü, bu makineli, bu maden sesli ezanlar ise artık bir hâtip çağrısı ve bir mânevî dâvet olmaktan çıkmıştır.

Yeni ezanlar, (…) en olmayacak şekilde kulağımıza çarpan; Müslümanlığa yeni girecek çocukları ise, korkuta korkuta, hem ezandan hem de Müslümanlıktan soğutan şeytanca buluştur.

Aslında büyük ve mukaddes bir ses olan ezan, ancak en güzel insan sesleriyle ve beş vakit için, bu vakitlerin mânâları ve bu vakitlerdeki insan hayatiyle denk (…) okunduğu zaman ezan’dır.

Bunun zıddını yapmak, İslâmlığı, Diyânet İşleri ve müftülükler vasıtasıyla yıkmaktır. Din işlerinde Cumhuriyet’ten beri o kadar câhil bırakıldık ki dindarlarımız, bu hâdisedeki derin manâyı ve korkunç neticeyi anlayamayacak derekelere düştüler.

Yarım asırdan beri, halk rûhuna aykırı iktidarların ve komünizmin yıkamadığı Müslümanlığı, korkarız ki, bu zevk eksikliği ve taassup yıkmasın!..”

“Yeni Akit Gazetesi Yazarı Sn. İlhan Oral”, “Eziyyet Haramdır” adını taşıyan 27.10.2019 günlü makâlesinde, “(…) Lokman aleyhisselâm oğluna nasihatinin sonunda iki ahlâkî değere dikkat çekiyor; ‘Yürüyüşünü ayarla, böbürlenerek yürüme. Sesini alçalt, bağırma. Çünkü seslerin en hoşlanılmayanı, şüphesiz eşeğin sesidir.’ (Lokman Sûresi, âyet 19)

Elbette bu ifadede eşeğe hakaret söz konusu değildir. Çünkü o hayvan bağırırken doğal sesi ile anırır. Çünkü onun sesinin akordu yoktur ve yegâne notasız sestir. Ancak burada onun sesinin örnek gösterilmesinin ilginç bir sebebi vardır. O hayvanın sesi, kontrolsüz bir sestir. Bizi burada ilgilendiren de budur. Din hizmeti veren hizmetinin her şeyde olduğu gibi seslerini de kontrol etmeleri insan olmalarının belirtisidir.

Rabbimiz, insana sesleri duyması ve algılaması için kulak denen iki anten vermiştir. Bu antenler doğal sese göre ayarlanmışlardır. O küçücük antenlere kapasitesi fevkinde bir ses yüklendiğinde eziyet olur. Bu eziyet ise Müslüman olsun gayrimüslim olsun kime olursa olsun haramdır. Aynı zamanda insan hakkına tecavüzdür. Ezan gibi bir değerimizi kötü uygulayan kişi kat kat haram işlemiş olur. ‘Sesini alçalt, bağırma’ ifadesindeki emre uymayan ve hadli aşan biri olduğu gibi ezana da saygısızlık yapmış olur. Merhum Mehmed Âkif’in; ‘Bu ezanlar ki, şahadetleri dinin temeli/Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli’ şuurunda olmalıdır. Bu ‘şahadetleri’ okuyan insanın öncelikle Müslümanlara ve başka insanlara da eziyet etmemesi gerekmektedir. Biz, karınca ezmeden yürümesini bilmeliyiz.

Cenab-ı Hak buyuruyor ki; ‘Müminlere, müminelere, işlemedikleri bir günâhla eziyet edenler, doğrusu açık ve ağır günâh yüklenmişlerdir.’ (Ahzâb Sûresi, âyet 58) Bir âyette de; ‘Rabbinize yalvararak ve için için duâ edin. Gerçekten Allah, bağırıp çağırarak haddi aşanları sevmez.’ (A’raf Sûresi, âyet 55)  Bu âyet karşısında, ezanı gürültü ve metalik ses ile işkence çektirerek okuyanları Allah sevmez. Öyleyse haddini bilmezler ne yapmak isterler? Bu tipler kendilerine de ihanet ederler de anlamazlar. Bırakın da o güzel seslerinizin doğal ritmini dinleyelim. Siz de Allah’ın hududunu aşan zalimlerden olmayın. Allah’ın emrine ve Resûlünün sünnetine uysanız ne kaybedersiniz

“Türkiye Gazetesi Yazarı Sn. Rahim Er” de “Minâre, Şerefe ve Kubbe” başlıklı 5.11.2019 tarihli köşe yazısında, bir nebze bu mevzuya eğilmekte ve O da şunları dile getirmektedir:

“Çıra ışığında merdivenleri döne döne şerefeye yükselip billurdan bir insan sesiyle Ezan-ı Mahammediyi aslı gibi okuyup gönülleri uyandıran o mübarek müezzin efendiler devrinde câmiler, 5 vakitte de dolup taşıyordu. Şimdi neredeyse her eve bir hoparlör bağlanacak lâkin câmiler sadece cumaları dolmakta? Niçin?”

 

S

aygıdeğer Okuyucularımız!..

Elbette ki “Müezzin Efendilerin” ezânın devamı gibi olan kâmetlerde ve tesbihât duâlarında da aynı hassasiyeti göstermesi gerektiği şüphesizdir.

İki yıl kadar önce idi. Köşe Yazarı olarak mevzuyu ele aldığımız 19.11.2017 günlü makâlemizde biz de aynen şunları söylemiş ve yetkilileri göreve dâvet etmiş idik:

Kulağı çınlasın; başta “M. Hâlistin Kukul Hoca”mız gibi 50-60 yaşlarını geçmiş, bizim gibi pek çok kimse, câmilerimizde bâzı müezzinler tarafından âdeta “Pop Şarkıcısı” gibi mikrofona yapışıp oldukça yüksek sesle (hoparlörleri titretircesine ve de kulak zarlarımızı patlatırcasına) kamet getirmesinden, tesbih duâlarını okumasından… oldukça rahatsız olmakta ve bundan onlarca sene önceki eski sükûnetli, huzurlu ve huşûlu cemaat günlerini aramaktadırlar…

Bir cihâd dönüşü oldukça yüksek sesle tekbir ve tehlil getiren mücâhid Sahâbilere “Peygamber Efendimiz” (sallallahü aleyhi ve sellem)’in “Ey insanlar, kendinizi zorlamayınız. Zira siz, sağıra ve yanınızda bulunmayan birine dua etmiyorsunuz. Allah daima sizinle beraberdir; işitir ve size sizden daha yakındır.” Buyruğunu,  bu cemaat mensupları müezzin efendilerden,  ‘Buharî’den açıp okumalarını hassaten tavsiye etmektedirler…

Ülkemizde 100’den çok sayıda baskısı yapılmış olan, “Türkiye Gazetesi”nin bütün bürolarında satılan ve rahmetli “H. Hilmi Işık” tarafından 40 yılı aşkın bir sürelik çalışmanın sonunda kütüphanelerimizi ve evlerimizi/gönüllerimizi âdeta ihyâ etmiş bulunan “Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye” adlı eserde,  bu konuda bir başka hususa daha dikkat çekilmekte ve aynen şöyle buyurulmaktadır:

“Hoparlör ile ezân ve ikâmet okumak bid’atdir. Bid’at ile yapılan ibâdet kabul olmaz, günâh olur.

Bu hatırlatmaları da yaptıktan sonra mevzunun mısra-mısra ele alındığı aşağıdaki şiirimiz ile Siz Saygıdeğer Okuyucularımızı başbaşa bırakıyoruz… Kalbî sevgi ve saygılarımızla…

= = = * = = =

“Sünnet”in üstüne, bir de “mikrofon…”;

“Kirâmen duymuyor(!), bağır da bağır!..”

“80 desibel”miş, şu ideal ses;

Sanki bu cemaat, külliyen sağır;

“Müezzin” kalıyor, inan tıknefes!..

 

“Sünnet”in üstüne, bu da eklendi;

“Sağır Sultan duysun”, herhâlde dendi;

“Diyanet Kadrosu”, böyle güçlendi!..

Sanki bu cemaat, külliyen sağır;

Bir “Sünnet kayboldu”, “bid’at”ın fendi!..

 

“Kirâmen” mi yoksa, “Komutan” sağır?

Bu işin vebali, inan çok ağır;

İşte “Buharî”, “…Sitte”yi çağır!..

Sanki bu cemaat, külliyen sağır;

“Hoparlör” sallansın, vaz güçle bağır!..

 

“Sükûnet” var “huşû”, bildin mi nedir?

Sen “Popçu” değilsin, nefesin yedir;

Ne “Uhud Meydanı”, ne “Şanlı Bedir!..”

Sanki bu cemaat, külliyen sağır;

Bu her bir ferde, bir işkencedir!..

 

“Gayba” mı sesleniş, bu bağırma ne?

“Dağ başı mı” bura, bu çağırma ne?

“Evvelce yoğ idi”, bu bir zamâne!..

Sanki bu cemaat, külliyen sağır;

“Ampli”ler çıkalı, oldu an’ane!..

 

KAYIKÇ’Ali söyle, cemaat sesi;

“Huşû ve sükûnet”, mabet neş’esi;

Ölçü “80” dendi, ezânda desi!..

Sanki bu cemaat, külliyen sağır;

Bu işin vebâli, inan çok ağır!..