“ENVER ABİ” NE DEDİ, SEN NELER GEVELERSİN? « Samsun Haber | Samsun Son Dakika Haberler

    “ENVER ABİ” NE DEDİ, SEN NELER GEVELERSİN?

DEREBAHÇELİ/ALİ KAYIKÇI

                        “ENVER ABİ” NE DEDİ, SEN NELER GEVELERSİN?../1

                                                                                                                      (“Agop-Ataç’çı” bâzılarına “taşlama”, dil üzerinden “haşlama”)

S

aygıdeğer Okuyucularımız!..

Bu yılın bu son ayı içerisinde, bir haftalık bir süre zarfında yaşadığımız ve bizi oldukça üzen birkaç hadiseyi, bu sütunlarda Sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Efendim; yaklaşık “40 yıllık bir süre” zarfında; kâh bizzat “içinde” olduğumuz, kâh “abonesi/okuyucusu” olarak destek verdiğimiz, ülkemizin çok önemli “yazılı basın-yayın” kuruluşlarından biri olan “Türkiye Gazetesi”nin 13 Aralık günlü nüshası 5’inci sayfasında, bu gazetenin bağlı bulunduğu “Holding”in bir başka kuruluşu olan “İhlas Pazarlama”nın “PREMİER” başlığı altında tanıttığı 12 çeşit ürünü için kullandığı bir ifade var ki; âdeta rahmetli “Hüseyin Hilmi Işık Efendi” ile rahmetli “Enver Abileri”ne de, “Necip Fâzıl Üstâdları”na da, dünün bu gazetenin başyazarı ve yazarı olmuş fikir sâhibi onlarca şahsiyetine de, (say sayabildiğin kadar önder kimselerin din-dil ve millî kültür anlayışlarına da) âdeta karşı çıkarcasına (onları bir kalemde inkâr edercesine) bir tavır ve hitabet ile bakınız nasıl bir tanıtım/pazarlama yapılıyor: “Yaşamınıza Değer Katan PREMIER Ürünleri İhlas Pazarlama Güvencesiyle Türkiye’nin Her Yerinde!”

 

S

aygıdeğer Okuyucularımız!..

Şimdi bunlara, (aşağıda görüldüğü üzere) “Enver Abi ne dedi, sen neler gevelersin?!..” diye sorup, 2013 yılında, bu konuda, yine elinizde tuttuğunuz/(veya İnternet/Genelağdan okuduğunuz) bu gazetede bahis mevzusu yapıp yazdığımız, sonrasında ise “Hem Okudum Hem de Yazdım/3 (Dil ve Millî Kültür Konulu Köşe Yazısı-Şiirler,)” adını verdiğimiz eserimize de taşıdığımız (bkz: sy: 443-446) bir makâlemiz hâtırımıza geliverdi. Müsaadenizle önce onu Sizlere şöylece bir sunduktan sonra diğer hususlara geçmek ve bu meseleler hakkında hislerimizi dillendirmek için kaleme aldığımız yeni destan-şiirlerimizle Siz Saygıdeğer Okuyucularımızı başbaşa bırakmak istiyoruz.

Kalbî sevgi ve saygılarımızla…

 

                        “ENVER BABA İLKELERİ”NE NE OLDU?..                                                                               *  “Kişi, sevdiği ile beraberdir.” (Hz. Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”)                                                            * “Gerçek îmân sâhibi bir mü’minin ellerine kollarına zincir vursanız, İslâmiyeti yayar. Muhakkak bir şey söyler, anlatır. Durduramazsınız onu. Çünkü onun içinde yanan ateş, birilerini kurtarmak içindir. (…) Îmânla dolu olan kalb, yerinde duramaz. O mutlaka bir şey yapacaktır. İnsanlar yanmasın, diye           uğraşacaktır.”  ( H. Hilmi Işık “rahm. aleyh” Efendi: 1911-26.10.2001)                                                                                                                                                                                              *   “Hocamız (H. Hilmi Işık) yeni türedi kelimeleri hiç sevmezlerdi. Birisi onun yanında bu kelimeleri kullanırsa anlamazlıktan gelirlerdi. Meselâ birisi ‘özet’ kelimesini kullansa, ‘Anlayamadım efendim’ buyururlardı; bu kimse kendisi düzeltemezse kibarca, kalbini hiç kırmadan ‘hülâsa mı demek istediniz?’ buyururlardı.”, “Bir saat kitap okumak, yarım saat sohbet etmek gibidir.” (Enver Ören-Sohbetler; c. 1, s. 433, 461)                                                                                                             “Kesinlikle uydurukça kelimeler kullanılmayacak.” (Enver Baba İlkeleri-Nuh Albayrak; Türkiye Gzt. 02.03.2013, s. 16)                       *  “Dil giderse, din de gider.”  (Türkçe İstiklâlini Kaybetmekte-Rahim Er; Türkiye Gazetesi, 06.08.2013)                                                              *   “Ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim/Ya bunlar Türkçe değil, yahut ben Türk değilim! Oysa halis Türk benim, bunlar işgâlcilerim/Allah Türk’e acısın, yalnız bunu dilerim…” (Necip Fâzıl Kısakürek-Çile, s. 344)

S

aygıdeğer Okuyucularımız!..

Daha önceki birkaç köşe yazımızda da belirttiğimiz gibi; ülkemizin güçlü basın-yayın kuruluşlarından “Türkiye Gazetesi”;  2017 Eylül ayında “sözümona” büyük bir atılım yaparak ve “Değişen Türkiye’nin Yeni Türkiyesi”  sloganını da kullanarak, 15 kadar devşirme yeni isimle kadrosunu, yeni sayfa düzenlemesi ile de mizanpaj/sayfa şeklini değiştirdi.  Bu arada bâzı yazarları ile birlikte “Önemli İlkeleri”ne de “yol” verdi. Bütün bunların neticesinde de (Zaman Gazetesi) ile bâzı yayın kuruluşları ve kişilerden ise epeyce bir takdir gördü ve tebrik mesajları aldı…

Bu arada, bu gazetemizin “43 yılının yaklaşık 33 yılında” emeği ve katkısı olan bir “okuyucu-yazar” olarak elbette ki bu satırları kaleme alan kişinin de bâzı söyleyecekleri olmalı idi… Biz de bunu yaptık ve bunu yaparken de dört sene önce kaleme aldığımız bir mektubu hatırlayıverdik:

“Sayın NUH ALBAYRAK

Türkiye Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni

Efendim;

Bendeniz; “Üstâd Yazar M. Ali Demirbaş” ağabeyin yetiştirdiği, “Üstâd Şâir ve Yazar Yavuz Bülent Bâkiler”in dil ve Türkçesinin hayranı, kendi çapında bir şeyler yazıp yayınlayan, hâlen de bunu mahallî gazetelerimizde ve dergilerde sürdüren, 1980’den beri de Türkiye Gazetemizin abonesi ve dikkatli bir okuyucusuyum… 

Arz etmek istediğim bir husus, bir süreden beridir takip etmekte olduğum ikinci bir gazete (Millî Gazete)de oldukça göze batan ve adına kimilerinin “arı dil/öz Türkçe” ve bâzılarının da “uydurukça” dediği “A. Dilaçar ve N. Ataç”çıların yazı dilinin, giderek pek çok köşe yazarı tarafından âdeta bir matahmış gibi kullanılır olması ve bununla da sözümona millî kültüre bir şeyler kazandırıldığının sanılması…

İlgili gazetenin (geçtiğimiz ay bu görevinden ayrılmış bulunan) Genel Yayın Yönetmenine birkaç mektup göndererek dikkatlerini çekmeye çalışmış ve bu büyük hatâdan dönmelerine gayret göstermiş olmama rağmen bir sonuç alamayınca da bu defa şehrimize yaptıkları bir seyahati ve verdikleri bir konferansı da fırsat bilerek ilişikteki açık mektubu Sayın Yavuz Bülent Bâkiler Beyefendi adına gönderdiğim şekliyle yayınladım ve bir nüshasını da kendilerine gönderdim.

Efendim, bir süreden beridir ki Türkiye Gazetemize de; önce “ajans haberleri”nden ve “reklâm metni yazıları”ndan, sonra da “köşe yazarları kalemi”nden giderek bu “hastalık mikropları” ufak ufak sirayet etmekte, diğer bir ifade ile “virüsler”, eski adı “Bizim Sahife” olan “İnsan ve Toplum” sayfası hariç, hemen her tarafa bulaşmaktadır.

Bunların en “ar”sız ve “soysuz”u olan şu “yaşam” kelimesine bir bakınız:

Bir derece (Üniversiteden geldiği için) Sayın Mustafa Selçuk’u (“Siz Uyanık Kalmaya Devam Edin”: “Onların da yaşam standartları hızla gelişiyor aslında.”-Türkiye Gazetesi, 3.10.2010, s. 6 ve “Özgürlük Bu Kadar Karmaşık Bir Şey Değil”: “En basit haliyle bir tercih ve yaşam özgürlüğü talebini kaosa çevirebilecek, masum bir eleştiride ihanet yakalayabilecek o kadar çok insan var ki etrafta…”-Türkiye Gazetesi, 14.11.2010, s. 5) ve Yavuz Bahadıroğlu’yu (Hayatım Roman”: “Osmanlı’da yaşam merkezi veya diğer adıyla hayat merkezi esasında cami idi.”-Türkiye Gazetesi, 15.10.2010, s. 14) ile Fatma Dik’i (Şiiriniz-Kadının Duası”: “Yaşamın getirip hayatın sunduğu bir tutam güle de bir kuru dala da selâm olsun.”-Türkiye Gazetesi, 28.9.2010, s. 20) diye yazıp söyleyenleri anlıyoruz da Sami Özey gibi “duâyen bir gazeteci-yazar”ı anlamakta inanın ki zorluk çekiyoruz: (“İşlem Tamam”: “…bir kısım medyanın ve yalan haberciliği yaşam biçimi yapmış bazı internet sitelerinin…”-Türkiye Gazetesi, 13.9.2010, s. 13).

Hadi diyelim Yavuz Bülent Bâkiler ile İnsan ve Toplum sayfası Türkçe ve millî kültür “Üstâd”ı yazarlarımıza bir derece “ayıp yapılıyor”sa da asıl utanılacak ve hâtıralarından hayâ edilecek kişiler; Türkiye Gazetemizin dünkü nüshalarına imzasını atmış S. Ahmet Arvasî, Ahmet Kabaklı, Tarık Buğra, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Prof. Dr. İsmet Miroğlu, Prof. Dr. Abdülkadir Karahan ve Ömer Öztürkmen gibi rahmet-i Rahmân’a kavuşmuş kişiler değil midir?.. Ve, onların tercüman olduğu büyük Türk Milleti?..”

– * – * – * – * –  * –

Tahmin olunduğu üzere, bu mektubumuza bir cevap alamadık ama üç yıl sonra, yukarıda kısaca bahsettiğimiz uygulama ile, başlık yanından “Türkiye” üzerine doğru dalgalanan “Ay yıldızlı Bayrak“ resminin kaldırılması ve hemen her cümlesinde olmasa da yazının hemen her birinde “uydurukça sözcüklere” yer veren yazarlara sayfalarını bir güzel açması ile (âdeta) “terslenmiş” olduk… (*)Rahmetli “Mehmet Emin Yurdakul”un şu mısralarını; bir yanda Uludağ’ın, sonra da Ağrı ve Kaçkar ile Toros’ların zirvesine çıkarak haykırmak zamanı gelmiştir diyoruz:

“Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et;

Unutma ki, şâirleri haykırmayan bir millet;

Sevenleri toprak olmuş, öksüz çocuk gibidir…”

 

Biz de “Üstâd”dan aldığımız bu feyiz ve ilhâmla haykırıyor… haykırıyor ve diyoruz ki:

“43 yıl”da, “Bayrak” vardı, “İlke” var;

“Agop” gelip, kapısından dönerdi;

“43 yıl”da, söz dinlerdi kulaklar;

“Enver” gitti, “Baba”lık sona erdi;

“Uydurukça” zuhur etti, kim paklar?..

 

“43 yıl”da, “Bayrak” vardı, “İlke”li;

Yanı başı, Türk vatanı, ülkeli;

“Nuh” tufanı, esiverdi, besbelli;

 “Enver” gitti, “Baba”lık sona erdi;

“Deniz” geldi, Batıdan  poyraz yeli…

 

“43 yıl”da, “bizi” yazdı, biz için;

Kıta gezdi, “huzur” verdi, bak niçin?

Yanlışım yok, dilersen, arşiv açın!..

“Enver” gitti, “Baba”lık sona erdi;

“Ecerûfça” geliyor, durma-kaçın!..

 

“VİP Salonu”: Yeni çehre, simalar;

“Bu görüntü”, “43 yıl”ı tırmalar;

KAYIKÇ’Ali, avazın boş, kim tınlar?..

“Enver” gitti, “Baba”lık sona erdi;

“Bâkiler”in, gayri kulağı çınlar…                             (Devam edecek)

———————————————