“DUVARDAKİ ÇATLAK” ÜSTÜNE (Bir “Psikolojik Roman” incelemesi): ALİ KAYIKÇI7DEREBAHÇELİ
aygıdeğer Okuyucularımız!..Bilindiği üzere; “Başlangıcından Bugüne SAMSUNLU ŞÂİRLER ve YAZARLAR ANSİKLOPEDİSİ (Beşyüz 55 İsim’e Doğru)” adını verdiğimiz eserimizin 960 sayfaya ulaşan 13’ncü baskısı içerisinde, birden fazla eser vermiş şâir ve yazarlarımızı tanıttığımız gibi, kültür-sanat çalışmalarını tek kitapta toplayan hemşehrilerimizi de bu kitabın bünyesine katmış bulunmaktayız. Bu, yeni çalışmalar için hem bir teşvik ve hem de tanıtım bakımından da faydalı olmakta, ayrıca bizi de yeni isimler ve eserler için araştırmaya sevk etmektedir. Bu cümleden olarak; şehrimiz Cumhuriyet Meydanı yanındaki bir bankada, “Veznedar”lık görevini yapmakta olan genç bir kardeşimiz (Samet Düzgün) tarafından kaleme alınan ve “Kitap Ağacı Yayınları”nın 60’ncı eseri olarak bu yıl içinde neşredilen “DUVARDAKİ ÇATLAK” adlı “Psikolojik Roman”ı inceleme fırsatı bulduk:A-Dış İnceleme: 13x20,5 ebadında, renkli karton kapak içerisinde 128 sayfalık bir eser. Ön kapakta; ahşap bir odada, arkasındaki hafif ışık önünde, sandalyeye oturmuş bir insan silueti, arkasındaki duvarda da çatlaklar var. Arka kapakta ise “Zahir, kayıp bir anın eksikliğiyle zihninin derinliklerinde yürüyen bir adamdır. Dünyanın absürtlüğüne ve insan doğasının karmaşıklığıana dair derin sorgulamalarla dolu hayatı, onu enteresan bir yolculuğa sürükler. Bir gün karşısına çıkan gizemli bir kadın, onu köklü bir tarikata davet eder. Bu tarikat, insanlığa zoraki müdahalelerde bulunarak, kötü bir noktaya getiren suçluları ve bozulmuş düzeni hedef olarak dünyayı arındırmayı amaçlar. Ancak bu, sadece fiziksel bir temizlik değil, aynı zanmanda ruhun derinliklerine inen vicdani bir muhasebedir” şeklinde ifadeler taşımakta, ayrıca da “18+Şiddet ve korku içerir” ifadelerine yer vermektedir. B- İç İnceleme: 1-Tertip: 2’nci sayfa, bilindiği üzere, kitapların “künye”si dediğimiz“yasal bilgiler”in bulunması gereken sayfadır ki eserin adını, yazarı, yayıncısı ve uluslararası ISBN numarası yanında baskı tarihi ve yerini göstermesi gerekir. Ancak burada “baskı yeri” maalesef yok. Dolayısıyla “Matbaalar Kanunu” ile “Derleme Kanunu”na aykırı bir durum var. 3. sayfada, eserin adı ile birlikte yazarının da ismini tekrardan görüyoruz. 4. sayfa ise maalesef boş bırakılmış. Oysaki çoğunlukla yayınevleri, bu sayfada eserin yazarına, yani hayât hikâyesine ve eserlerine yer vermek suretiyle okuyucularını tanıtmaya ayırmaktadırlar ki bu da okunan kitabın daha bir alâka görmesi ve anlaşılması/tanınması bakımından önemli bir ek kaynaktır. 5. sayfa: “ şeklinde bir tırnak açılmış ve içine o tırnak kapatılmadan Kimi kez yaşamak için, intihar etmekten daha çok cesaret gerekiyor. Albert camus denilmiş. Bu durum okuyucuda, Yayınevi’ne karşı hiç de iyi bir intiba bırakmıyor. Çünkü, daha başlangıçta edebî yönden yapılan bir tertip hatâsı öylece sırıtıyor. 6. sayfa: Tamamen boş bırakılmış. Bu durum, ülkemiz basın-yayın hayâtının genellikle yüzkarası diyebileceğimiz bir örneği. Bu eserin 1.000 adet basıldığını düşünün. Toplam bin sayfa boş, bin sayfalık bir israf. Kâğıdına onca para verilerek (muhtemelen) ithâl edilmiş ve en ufak bir şekilde değerlendirmeden zayi olmuş. 7. sayfa: “DUVARDAKİ ÇATLAK Soğuk bir Ankara gecesi… Soğuk, Zahir’in bedenine değil, içine işliyordu. Isınmak için sürekli hareket etmesi gerekiyordu. Her adım, onu görüşma yapacağı yerye biraz daha yaklaştırıyordu…” cümleleri ile başlamakta ve tek bir başlık altında, ara bölümleri olmaksızın, sâdece 109’uncu sayfada bir tek (***) yıldızlık bir işaretleme ile roman 127’nci sayfada sona ermekte, öte yandan 128’nci sayfa da aynen 6’ncı sayfa gibi bomboş bırakılmış bulunmaktadır. 2- Kurgu: Zahir’in “Bir gecekondu mahallesine girmesi, kırmızı, eski bir kapıyı çalması” ile gelişen roman hikâyesi “Zahir’in av olarak nitelendirilmesi ile esrarengiz bir hâlle başlıyor. Kapıyı açan kadın ile karşılıklı oturup konuşmalar olurken Zahir’in aklı ilk anda gördüğü duvardaki çatlağa ve kendi içindeki boşluğu takılı kalır. Sonra da kadına hayât hikâyesini anlatır. İzafiyet teorisinden bahseder; zaman ve mekân ile hareketin birbirinden ayrı değerlendirilemiyeceğinden söz eder. Zamanın bazen çok hızlı geçtiğinden, mutsuz ve zor anlarında ise akma hızının çok yavaş olduğunu söyler. Kadın onun bir ara “saliselik bir zaman kapıya bakması”ndan neyi hissedip düşündüğünü, hatta onun “ne derse desin, zaten kabul etmeyeceğini” anladığını der. Bu durum, Zahir’i iyice şaşırtır; bunu nasıl anladığına bir anlam veremez. Sonra da tamamen kadının kendisi hakkındaki kanaatini dinlemeye koyulur… Şeklinde başlayan ve arka kapakta ifadesini bulan gelişmerle daha çok zihni plândaki olayların yansıması olarak aktarılan cümlelerle roman, bir intikam cinayeti işlenecek diye tahmin edilirken Zahir’in son dört yıl içerisinde Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Diyarbakır’da gerçekleşmiş ve faili meçhul kalmış 15 ayrı öldürme fiilinin de sanığı olduğunun kendisine ispatlanması karşısında intihar ile sonlanır. 3- Tenkitler: 1- Yazarın Etkilendiği/Tesirinde Kaldığı Kişi Üzerinden: “Kimi kez yaşamak için, intihar etmekten daha çok cesaret gerekiyor” şeklindeki 5’nci sayfadaki “Albert Camus” (sözümona) vecizesi ile başlayan ve 26 ile 55’nci sayfada bu sözü aynen tekrarlanan A. Camus, 1913-1960 yılları arasında yaşamış, 1957 yılında Nobel Edebiyat Ödülü almış, “insan kaderinin saçmalığı” fikrini savunagelmiş, “Yabancı: 1942”, “Veba: 1947”, “Düşüş: 1956” romanları yanında “Caligula: 1945), “Doğrular: 1949) ile tanınmış bir batılı yazardır. Onun, “Samet Düzgün” Bey kardeşimizi neden ve niçin bu kadar etkilediğini anlamak için O’nun savunageldiği “insan kaderinin saçmalığı” yanlış fikri üzerinde bir nebze durmak gerekir: “Kazâ ve kader: Allahü teâlânın meydana gelecek hâdiseleri ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan öncelerde) bilip takdir etmesi ve bu hâdiselerin zamânı gelince, Allahü teâlâ tarafından yaratılması ve meydana çıkması, Allahü teâlânın birşeyin varlığını ezelde bilip, takdir etmesine kader, kaderin yâni varlığı dilenilen şeyin zamânı gelince yaratılmasına kazâ denir. Kazâ ve kader kelimeleri birbirinin yerine de kullanılır. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: (O Allah) ki, göklerin ve yerin mülkü O’nundur, hiçbir evlâd (oğul veya kız) edinmemişdir. Mülkünde O’nun bir ortağı da yoktur. O, her şeyi yaratıp ona nizâm vermiş, onun mukadderâtını yâni kaderini tâyin etmişdir. (Furkan Sûresi: 2)Kazâ ve kaderime râzı olmayan, beğenmeyen, gönderdiğim belâlara sabır etmeyen benden başka Rab arasın. Yeryüzünde kulum olarak bulunmasın. (Hadîs-i kudsî-Mektûbât-ı Rabbânî)Kader, tedbîr ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan duâ o belâ gelirken korur. (Hadîs-i şerîf-İhyâ-u ulûmiddîn)Îmânın şartlarından biri de kazâ ve kadere, hayr ve şerrin Allahü teâlâdan geldiğine inanmakdır. Kaderin mânâsını, Türkçe’de alın yazısı diye ifâde ediyoruz. Cenâb-ı Hakk, her kulunun başından geçecek her şeyi evvelden bilir. Kaderi değiştirmek kimsenin elinde değildir. Dilerse cenâb-ı Hakk değiştirir. Kader, Cenâb-ı Hakk’ın bir sırrıdır. (Seâdet-i Ebediyye)” (Fazla bilgi için bkz: “Türkiye Gazetesi Dînî Terimler Sözlüğü; C. 1, s, 280-282”)2- Yazarın Anlattığı/Tanıttığı Çevre Üzerinden: “Soğuk bir Ankara gecesi… Bir gecekondu mahallesi…” diyerek başladığı ve tasvir ettiği Ankara içerisinde; Zahir, Mustafa, Efsun, Muhammed, Hale, Mesut, Zaim, Bahar gibi birkaç isim dışında “Türk’e ve İslâmiyet’e ait” hiçbir şey yok. Bir zamanlar Ankara için “mabedsiz şehir” deniyordu ya. Nerede ise bir de “dinsiz şehir” tanımı olup çıkmış. 3- Yazarın Anlatımda Kullandığı Dil Üzerinden: a- Türk Dünyası ülkelerinin her birinin kullandığı, onlarca asırlık bir “hayat” kelimesi varken ısrarla, şu uydurukça ve arsız-hayâsız “yaşam” sözcüğünün kullanılması, “gâye” yerine de “amaç” demekte ısrar edilmesi: 13’ncü sayfadan başlamakta ve eserin sonuna kadar defaatle tekrarlanmaktadır. b- Sel’li, sal’lı kelime/sözcük yapısı: Fransızcadan dilimize, Uydurukça/Arı Türkçeci-Dilci/Agop- Ataççılar tarafından sokulmuş sel’li sallı kelimeler: Fiziksel, ruhsal, içgüdüsel… gibi, 25’nci sayfadan başlamakta ve 126’ncı sayfaya kadar çokça cümlelerde kullanılmaktadır. c- Lâdînî sıfatlar ile kişilerin adlandırılması: “Hoş geldin mizahın tanrısı!” (sy: 25)ç- “Sebep” kelimesi yerine uydurukça “neden”, “problem” yerine “sorun” sözcüğünün kullanılması: 23’üncü sayfadan başlamakta ve 122’nci sayfaya kadar defaatle sarfedilmektedir. d- Paragraf/Satır başı kuralına çok az uyulması: Bilindiği üzere herhangi bir metinde, kendi içinde anlamca bütünlük taşıyan her bir bölüm ayrı ayrı yazılır ve bu yolla birbirinden tefrik edilir. Oysaki eserde, 10’uncu sayfadan itibaren onlarca sayfada bu dilbilgisi kuralına riayet edilmediği görülmektedir:10’ncu sayfa, sondan 7’nci satır başı: Zahir...; 11’nci sayfa, sondan 9’uncu satır başı: Zahir…; 13’ncü sayfa, baştan 8’nci satır başı: Artık…; 14’ncü sayfa, baştan 11’nci satır başı: Efsun…; 16’ncı sayfa, baştan 12’nci satır başı Efsun… gibi. e-“Saliselik zaman” değerlendirmesinin yanlış yapılması: Eserin 9’uncu sayfasındaki “Zahir’in saliselik bir an da olsa kapıya baktığını gördü…” tanımı ile 16’ncı sayfadaki “Saniyenin onda biri kadar süren bu ifadeyi…” nitelendirmelerinde “zaman mefhumu/değerlendirmesi”nde hatâya düşülmesi…f- “Yaratmak” kelimesinin yanlış yerde ve nitelendirmede kullanılması: Halk eden, yaratan, her şeyi takdîr ve tâyin eden yalnız Cenâb-ı Allah’tır. Kur’ân-ı Kerîm’in Haşr Sûresi 24’ncü âyeti “O öyle Allah ki, Hâlıkdır, Bâridir (yaratan var edendir), Musavvirdir (bütün varlıklara şekil verendir)…” bunu haber vermekte; En’âm Sûresi 102’nci âyeti de “O’ndan başka ilâh yoktur. Her şeyin hâlıkı ancak O’dur” diye buyurarak kendisinden başkasına her ne maksatla olursa olsun, yaratıcı demenin caiz olmadığını bildirmekte, aksinin küfür olduğu (Birgivî Vasiyetnâmesi)’nde ve (Huccet-ül Bâliga) kitaplarında açıklanmaktadır. (Fazla bilgi için bkz: Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye: 15-Allahü Teâlânın İsimleri başlıklı bölüm). Yazar, eserinin 19’uncu sayfasında Efsun’un ağzından: “Çünkü artık hazırsın. Yıllar içerisindeki geçirdiğin süre seni bizim nasıl bir dünya yaratmak istediğimizi anlayabilecek bir duruma getirdi.” şeklindeki cümlede mevcut ifadeyi tenkîdsiz, açıklamasız kullanmakla büyük bir yanlışa sebebiyet vermiş, 42’nci sayfada “…anlam yaratmakla…”, 44’üncü sayfada ise “…kaos yaratır” diyerek bir benzerini dile getirmiştir. g- Gizli tarikatın gâyesinin hedef aldığı bazı kişileri intihara sürüklemesinin dünyanın iyiliğine olduğunu iddia etmesi: Hiçbir hukuk devletinde kişiler veya legal teşkilâtlar/örgütler, suçluya veya suç işlediğine inandığı şahsa, doğrudan ceza veremez; hakkında cezaî hüküm tesis edemez. Bu bakımdan eserin 44-45’nci ve 53’ncü sayfalarındaki cümlelerde kendisini bulan “…tarikatımızın amacı, dünyadaki düzenin ve dengenin korunması için bu suçluları dünya sahnesinden çekmeye ikna etmektir. Onların varlığı, sadece toplum için değil, aynı zamanyda kendi ruhsal sağlıkları için de bir yük hâline gelmiştir. Bu bireyle, sadece fiziksel anlamda değil, aynı zamanda zihinsel ve ruhsal olarak da bir çıkmaza girmişlerdir. Onların yaşamlarını sonlandırmaları, dünyadaki dengeyi yeniden kurmanın ve insanlığın genel iyiliğini sağlamanın bir yolu olarak görülmelidir. Ölüm, bu bireyler için bir ceza değil, bir arınma ve özgürleşme yoludur. Onların, dünya üzerindeki varlıklarını sona erdirmeleri hem kendileri için bir kurtuluş hem de toplum için bir nefes alma imkânı sunar. Bu insanlık için bir fedakârlık, suçlular içinse bir arınma sürecidir. Varoluşun yükünden ve kaostan kurtulmak hem bireysel hem de toplumsal bir sorumluluktur. Tarikatımıza katılanlar, bu yüce amacı benimseleli ve bu düzenin yeniden sağlanması için gereken cesur adımları atmalıdır. Dünyadaki kaosu yaratanların varlıklarını sona erdirmesi, daha iyi bir dünya için atılacak en önemli adımdır.”, “Direkt ailesini öldüren adamdan intikam alamasa bile onun gibi birini bularak, içindeki nefreti, kini o kişinin ölmesini sağlayarak bitirebilir ve normale dönebilirdi” şeklindeki ifadeleri asla kabul edilemez.ğ- Genç Yazar (Samet Düzgün), Özel Eğitim Destekleri’nde oldukça başarılı örnekler sunması: “Zaim”in dilinden: -Dilin zenginliklerini keşfetmek, -Anlatım tekniklerini geliştirmek, -Edebi eserleri incelemek, -Farklı lehçeleri öğrenmek, -Dilin kültür boyutunu anlamak, şeklindeki program ile okuyucularına faydalı olmaya çalışması takdire değer bir uygulamadır. h- ‘Eserin Son Bölümü’ diyebileceğimiz 117-123’ncü sayfalarda yer alan “Hasta Dosyası” ile “Zahir’e Mektup”u ihtiva eden satırlar, oldukça teknik ve mesleki bilgiler yanında büyük bir başarı kurgusunu da göstermekte: Okuyucunun merakını giderme yanında takdir edilen “hekim raporu” muhtevası ile genç Samet Düzgün’ün, istikbâl vaat eden bir kalem olduğunu ispatlamıştır. Ancak roman kahramanı Zahir’in 2020-2024 yıllarındaki dört yıl içerisinde Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Diyarbakır’da gerçekleşmiş olduğunu ve faili meçhul kalmış bulunduğunu belirttiği 15 ayrı öldürme fiilinin de sanığı olduğu söyleyip-yazması, “TC İçişleri ve Adalet Bakanlıkları”nın merkez ve taşra teşkilâtları için hiç de iyiolmamışve böylesi bir kişiyi4-5 yıl gibi bir süre içerisinde tespit edip mahkeme huzuruna çıkaramamış bulunmasını, yaşının gereği bir noksanlık olarak görmüşüzdür. SON SÖZ: Bankacı-Romancı Yazar Sn. SAMET DÜZGÜN Bey Kardeşimizden, düzeltilmiş ve genişletilmiş yeni bir baskı yanında hayırlı hizmetler için örnek çalışmalarda bulunmasını ve bu bağlamda “Psikoloji… Psikolog…” derken arasıra da “Ruhiyat… Ruhiyatçı…” demesini ve buna paralel olarak da dünyâ çapında bir şöhret olan “Bakırköy Ruh Hastalıkları Hastahanemiz”den, “Ordinaryus Prof. Dr. Mazhar Osman Uzman” (1884-1951), “Dr. Faruk Bayülkem”, “Dr. Yıldırım Aktuna” ve “Prof. Dr. Ayhan Songar” gibi bu sahanın yüzakı isimleri yâd etmesini bekliyoruz. Dahası ile eserde “Wilhelm Wundt” (1832-1932), “İ. Pavlov” (1849-1936) , “Oswald Külpe” (1862-1915) ve “H. Bergson” (1859-1941) gibi batılı psikologların adı geçerken yukarıda anılan bizim büyüklerimizin unutulmaması gerekir. Ve dahi bu sahada örnek eserler vermiş edebiyatçı, kültür-sanat adamlarımızdan bir “Ömer Seyfettin” (1884-1920), bir “Hüseyin Rahmi Gürpınar” (1864-1944) ve üstâd “Necip Fâzıl Kısakürek”i (1905-1983) anmamak, bu arada “Duvardaki Çatlak” deyince “Çatıdaki Çatlak” adlı tiyatro eseriyle 1965 yılında şöhret olmuş “Adalet Ağaoğlu”nu es geçmek, hiç de yakışık olmaz. Diyoruz ve Samet Düzgün Bey Kardeşimize sonsuz başarılar diliyoruz. Kalbî sevgi ve saygılarımızla…
S |