DEİZM: UFUKTAKİ TEHLİKE « Samsun Haber | Samsun Son Dakika Haberler

DEİZM: UFUKTAKİ TEHLİKE

DEİZM: UFUKTAKİ TEHLİKE

  1. HALİSTİN KUKUL

Paraya saplanan dünya, gittikçe körleşiyor!..Ne makam/mevki, ne unvan/şöhret, ne de son model hususî arabalar/yatlar/katlar/uçaklar/yazlıklar, bu ahlâkî çöküşe f(i)ren olabiliyor.

İşin hazîn tarafı, yanlış olarak, İslâm ülkesi/devleti dediklerimizdeki vaziyet de çok farklı değil. Temkinli konuşayım: Belki, daha da vahim!..

Kâbe-i Muazzama’nın etrafındaki şatafatlı binaları da, Mekke’nin içindeki bir veya iki kolu kesilmiş çocukların sefâletini de görenler bilir.

Şüphesiz ki, ‘deizm’, bize mahsus bir mefhûm değil. Bu, demek değildir ki, mânâsıyla, bizdeki sosyolojik hâlleri içine almıyor. Ahlâkî değerlerini, dîn adına, birilerine ‘satmış olmak’, bunun dâvetçisidir.

Her an, dînî değerlerin öneminden söz edeceksiniz; sabırdan, şükürden, fazîletten, yardımlaşmadan, komşuluktan, millî birlikten, helâl-haramdan, yalandan, liyâkattan, tevâzûdan, müsamahadan…bahsedeceksiniz, ammâ hâl ve tavırlarınızda bunların hiçbiri ile irtibatınız olmayacak.

Amerikan sigarası içenleri her mekânda tenkit edeceksiniz ammâ, sizin altınızda son model Amerikan, Japon veya Alman markalı makam arabası bulunacak, tınmayacaksınız, kılınız kıpırdamayacak!..

“Yalanla îmân bir arada bulunmaz” hadîs-i şerîfi dillerden düşmeyecek ammâ adam kayırmada/menfaatte en ön safta bulunacaksınız.

Deizm; ateizmin yâni Allah’ı inkârın eşiğidir. Deistler, sâdece Allah’ın varlığına inanırlar. Tabiî ki, onların ‘tasavvur ettikleri” Allah ile, Kur’ânî mânâdaki arasındaki uçurumu da düşünmek lâzımdır. Zîra; O’nun gönderdiği peygamberlere, ahirete, meleklere veya peygamberlerin tebliğ ettiği dîğer hususlara inanmazlar.

Doç. Dr. Durmuş Hocaoğlu, bir yazısında şöyle der: “Hıristiyanlığın tanrısı “İsâ’nın Babası”dır, gerçek tanrı, yâni “Allah” değil”. (Bknz. Yeniçağ Gazetesi, 4 Aralık 2006, Sf. 9)

O hâlde; deizm’in, nasıl tehlikeli bir salgın olduğunun, başımıza hangi gaileleri açacağının hesabı iyi yapılmalıdır.

Bu durumun; dünyâda olduğu gibi, son zamanlarda, Türkiye’de de yaygınlaştığı sıkça ifade edilmektedir. Demek ki, bir yerlerden, bu tehlikeli koku sızmaktadır.

Kendi iç tedbirini al(a)mayanın, başka yerlerde kusur araması abes ve kaçamaklık’tır.

Türkiye’de, bunca İlâhiyat Fakültesi, İmam-Hatip Lisesi, bunca Kur’ân kursu, bunca câmi açılmasına, imam ve müezzin kadrosunun artırılmasına ve okullara Kur’ân-ı Kerîm ve Siyer dersleri konulmasına rağmen, deizmin artması düşündürücüdür.

Aslında, düşündürücüdür kelimesinin yerine vahim’dir, demek daha uygundur. Bununla şu noktaya gelinmiştir ki, bir yerlerde büyük hatalar yapılmıştır ve yapılmaya da devam edilmektedir.

Tabiî ki, bunun ilk mes’ulleri Diyânet İşleri Başkanlığı ve Millî Eğitim Bakanlığı’dır.

Şimdi, birileri çıkıp, “Âileler ne güne duruyor?” diye sorabilir. Onlar, şunu hâlâ bilmiyorlar ki, çocuklar ve gençler, âilelerin elinden alınalı/çıkalı çok zaman oldu!..

Köprünün altından çok sular aktı!..

Hangi âileden bahsediyorsunuz? Kadınlarını her gün bir cinâyete kurban verenden mi, işsizlikten kıvranan elini devletin üç-beş kuruşu için açan âileden mi?

Demek ki, bu iş, sâdece okul açmak, Kur’ân kursu, câmi açmak, eleman kadrolarını genişletmekle olmuyor ve müfredata ders koymak demek değildir.

Bu iş; her şeyden önce bir ‘sistem işi’ ve ardından da, kimseyi küçümsemeden, hakîr görmeden tevâzûyla yürütülmesi gereken bir ‘maârifin yüksek idrâki’nin uygulamasının sağlanmasıdır.

Câmilerdeki imamlardan, okullardaki öğretmenlere ve buralardan da ilâhiyat fakültelerindeki öğrenim sistemine uzanan ve bir takım ‘cemaat’ yapılanmalarına teslîm olmadan, gayet açık/şeffaf/ sâde/anlaşılır bir ‘dil’ ile, “edille-i şeri’yye” diye adlandırılan İslâm fıkhının dört unsuru olan “Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler, icmâ-ı ümmet ve kıyâs “ hükümlerini harfiyen tatbik eden bir diyânet teşkilâtı bu işin üstesinden gelebilir.

Meselâ;  Hazret-i Ebû Bekir (r.a.)’in bütün malını hîbe ettiği anlatılıp ve meselâ, Hazret-i Ömer (r.a) ’in mumu’ndan söz edilip, ardından, devletin hazînesi çar-çur edilirse, genç nesillerin bu yollara düşmesine sebep olunur.

Diyânet İşleri’miz; hâlâ, câmi adabını uygulayamamaktadır. Sanmayın ki, bu söz, çok sitemli ve ağır bir sözdür. Senelerdir dile getirir-yazarım, daha, hoparlör mes’elesini hâlledemeyen bir diyânet hangi başarıdan bahsedebilir?

Bir câmi avlusuna giriyorsunuz: Her ağaç dalında bir hoparlör. Ağaçta değil, dalında…Minâresine bakıyorsunuz: En az üç-dört hoparlör. İçine giriyorsunuz: Aman Allah’ım, üç mü, beş mi, yedi mi, hoparlör!..

Hoparlörden çıkan ‘ses’ler çok yüksek, rahatsız edici  ve ayrıca, birbirlerine karışarak anlaşılmaz hâle geliyor. Diyebilirim ki; cezbedici, güzel bir sesle ve Bilâl-i Habeşî (r.a) hazretlerini örnek alarak okunan ezâna da hasretiz.

Zaman zaman, öyle uzatılıyor ki, okunan ezânda mâna da kayboluyor ve ondan hiçbir şey anlamıyorsunuz. Bâzen de, sâdece bir ‘uğultu’ duyuyorsunuz!..

İmam ve müezzinler, üç-beş kişilik cemaate bile mikrofonla hitap ediyorlar. Bu da, ayrı bir hastalık!..Sonra..

Namaz bitiminde, tesbih fırlatma fiili başlıyor. Çok tuhaf ve yersiz bir uygulama…Çok yanlış bir alışkanlık!..Bâzen, imam veya müezzin de buna iştirak ediyor.

Câmi içleri, yarı beline kadar sandalyeyle dolu. Namazın, hangi şartlarda sandalyede kılınacağını imamlar bile yeterince bilemiyor, îzah etmiyor.  Bu kadar mı? Hayır!..

Dahası…Siyâset câmi avlularına, içlerine kadar sirâyet etmiş; âyet-i kerîmelerle dalga geçenler ‘taltif’ edilmiştir!..

Elbette bu kadar değil; her câmilerin girişinde, mutlaka bir naylon leğen bulunduruluyor!..Renk renk leğenler!…Her hafta mutlaka, para toplanıyor.

Daha önceleri de yazdım: Namaz kıldığım câmilerin hiçbirinde, tıp fakülteli, eğitim fakülteli, hukuk fakülteli, mühendislik, dişçilik fakülteli ‘fakîr gençler’ için, bir defa olsun, para toplandığına şâhit olmadım.

Acaba, bu fakültelerde okuyan gençler ilim tahsil etmiyor mu? İlim tahsilindeki târîfte ‘mânâ farklılığı” mı vardır?

Meselâ; En-Nisâ/162, El-En’am/50, Yûnus/39, El-İsrâ-85, Sebe/6, Ez-Zümer/9, El-Casiye/17-18, El-Alâk/3-5…âyet-i kerîmelerinden ne anlaşılmaktadır?

Meselâ; şu anda, dünyayı istilâ eden “koronavirüs” ile mücâdele eden tıp doktorlarımızın -ki, en uzun süreli tahsildir- “okuma”ları, ilim tahsili içinde görülmüyor mu?

Toplanan paraların, ya câmi içi harcamaları için, ya Kur’ân kursları ve imam hatipler için yahud da o şehirde veya bir başka şehirdeki câmiler için toplandığı söylenmektedir. Elbette ki, her şey kayıt aldına alınmakta, zabıt tutulmak suretiyle yapılmaktadır. Ancak; bütün bunların bizi taşıdığı mevki burasıdır.

Geçen sene, Afrika’ya meâl kampanyası yapıldı. Her namaz sonrası, câmi imam(lar)ı, bunun öneminden söz etti. Dilimizin döndüğü kadar, meâl ile dînin/İslâmiyet’in öğretilemiyeceği, bunun, ancak ‘ilmihâl’ ile olması gerektiği söylendiği hâlde, ‘imamlar bildiğini okudu’lar!..

Cenâzelerin defin işinden sonra ise, yediler, kırklar, elli ikiler bir cehâlet numûnesi olarak hâlâ devam ediyor/ettiriliyor. Bunun da, ‘ticâret’e dönüştüğünü/dönüştürüldüğünü bilmeyen mes’ul ve selâhiyetli, herhâlde yoktur!..

Peki…Dilencilerin durumu nedir diye sormayacak mıyız?

Bunun mes’ulü, diyânetse diyânet, belediyeyse belediye, emniyetse emniyet, kaymakamlıksa kaymakamlık, vâlilikse vâlilik, çâresini bulmalıdır.

Zaman zaman câmi içlerine kadar varan her yaştaki çocuk, kadın-erkek dilenciler, artık bezdirir olmuştur. Şu an için, koronavirüs dolayısıyla bu duruma şâhit olunamaz ammâ olmayacağına dâir hiçbir emâre bulunmamaktadır.  Dilenmenin dînimizdeki yeri belli olduğu hâlde, niçin tedbir alınmıyor, anlamakta zorluk çekiyorum.

Tabiî ki, bunlara, bir de ‘genç işsizlik’ eklenmektedir. Düşününüz ki, bir ülkenin üniversite mezunu genç nüfusunun yüzde yirmi beşinden fazlası yâni dörtte birinin üstündeki nüfusu işsizdir.

Dîğer, alt kademe okulllarından ayırılıp boş gezenleri saymıyorum. Emeklilerdeki geçim sıkıntısı çok ileri safhalardadır.

Yâni; mes’elenin, bir de iktisâdî olarak getirdiği ‘p(i)sikolojik baskısı’ vardır. Anne-baba, nine-dede…oğluna veya torununa bir hediye alamıyor.

Yirmi beş, otuzunda bir genç, hâlâ babasının eline bakıyor. Evlenemiyor!..İşte, size, gençliğin başka yollara sapması için bunca sebep!..

Dediklerime inanmıyor musunuz? Siz bilirsiniz!..Allahü teâlânın huzurunda bir gün hepimiz hesap vereceğiz!..Yegâne hesabım oraya göre’dir.

Kısacası; câmide imam’a, okulda ise din dersi öğretmeni’ne itimat aksamıştır, dilim varmıyor ammâ kalmamıştır.

Çirkin siyâset, bezdirmiştir!..Başta zaman isrâfı olmak üzere, her türlü isrâfta başı çekiyoruz!..

Söylenenlerle, uygulama/icraat birbirini tutmamaktadır.

Bu da şu demektir ki; anlatılanlar, karşı tarafı ‘iknâ’ edememiş; teblîğ, usûlünce yapılmamış/yapılamamıştır.

Kusur; ya Amerika’da, ya Almanya’da veya herhangi bir hıristiyan veya yahudide aranmaktadır.

Ne yazık ki, ekonomi altüst olunca da bu sözler söylenmekte, ahlâkî çöküntü başlayınca da…

İç muhasebe hiçbir zaman yapılmamakta ve yapılan hatalar polemiklerle örtülmeye çalışılmaktadır!..Elbette ki, hiçbir şey çâresiz değildir!..

Wwwkapsamhaber.com-09 EYLÜL 2020-11.47; Aydın Efesi Dergisi, Sayı:60, Ocak-Şubat 2021, Sf. 3-4