Gazetecilik, ne kimin davet edildiği ne de hangi masada oturduğuyla ölçülür.
Gazetecilik; gerçeğin peşinde koşmak, kamuoyunun sesini duyurmak ve hakikati savunmaktır. Bu yüzden basın mensupları arasında yapılan her türlü ayrım, yalnız gazetecilere değil, topluma da yapılan bir haksızlıktır.Geçtiğimiz günlerde Ondokuz Mayıs Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatma Aydın’ın davetiyle gerçekleştirilen “Medya Buluşması” buna somut bir örnek oldu. Üniversitenin Basın Birimi’nin yönlendirmesiyle gazeteciler iki gruba ayrıldı: Bir buluşma ajans temsilcileri ve yaygın basın için, diğeri ise yerel basın için düzenlendi.Bu yaklaşım, bana göre başlı başına yanlıştır.Basın; “ulusal” ya da “yerel” diye bölünemez. Bir gazeteci, haberini hangi şehirde yazarsa yazsın, gerçeğe olan bağlılığı ve halkın haber alma hakkına duyduğu saygıyla değerlidir.Bu ayrımı doğru bulmadığımı açıkça ifade ettim. Üniversitenin Basın Birimi Sorumlusu sayın Semra Demir ile görüştüm ve bu nedenle davete katılmayacağımı kendisine bildirdim. Kendisi nezaketle, rektör hocanın yerel basını ulusal basından daha fazla önemsediğini, yerel basının sorun, talep ve ''beklentilerini'' daha iyi anlamak için bu şekilde bir organizasyon yaptıklarını söyledi.Ancak burada ciddi bir çelişki var.Eğer gerçekten yerel basın önemseniyorsa, neden ikiye bölünüyor?Değer vermenin yolu, ayırmak değil; aynı masada eşit şekilde dinlemekten geçer.İyi niyet, yanlış yöntemi meşrulaştırmaz.Basına olan saygı, onu kategorilere ayırmakla değil, fikirlerine kulak vermekle gösterilir. Üniversiteler, bilimin olduğu kadar adaletin, eşitliğin ve özgür düşüncenin de yuvasıdır. Hele ki bir üniversite rektörünün öncülüğünde düzenlenen bir toplantıda böyle bir ayrım yapılması, kurumun vizyonuna gölge düşürür.Kaldı ki, bu ülkenin yerel basını çoğu zaman imkânsızlıklar içinde, büyük bir özveriyle halkın sesini duyurmaya çalışır. Bu emeğin karşılığı, ayrım değil; takdir olmalıdır. Gazeteciler olarak bizler, davetle değil; haberle, duruşla, kalemle varız.
Basın mensuplarını sınıflandırmak, bu mesleğin onuruna yakışmaz.
Basına değer vermek, onu “yerel” ya da “ulusal” diye ayırmakla değil; aynı salonda, aynı göz hizasında, aynı saygıyla karşılamakla olur.Son söz olarak;
Basın arasında ayrım olmaz, olmamalı.
Çünkü bizim mesleğimizin gücü kartvizitte değil, kalemindedir.
Gazetecilik; gerçeğin peşinde koşmak, kamuoyunun sesini duyurmak ve hakikati savunmaktır. Bu yüzden basın mensupları arasında yapılan her türlü ayrım, yalnız gazetecilere değil, topluma da yapılan bir haksızlıktır.Geçtiğimiz günlerde Ondokuz Mayıs Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatma Aydın’ın davetiyle gerçekleştirilen “Medya Buluşması” buna somut bir örnek oldu. Üniversitenin Basın Birimi’nin yönlendirmesiyle gazeteciler iki gruba ayrıldı: Bir buluşma ajans temsilcileri ve yaygın basın için, diğeri ise yerel basın için düzenlendi.Bu yaklaşım, bana göre başlı başına yanlıştır.Basın; “ulusal” ya da “yerel” diye bölünemez. Bir gazeteci, haberini hangi şehirde yazarsa yazsın, gerçeğe olan bağlılığı ve halkın haber alma hakkına duyduğu saygıyla değerlidir.Bu ayrımı doğru bulmadığımı açıkça ifade ettim. Üniversitenin Basın Birimi Sorumlusu sayın Semra Demir ile görüştüm ve bu nedenle davete katılmayacağımı kendisine bildirdim. Kendisi nezaketle, rektör hocanın yerel basını ulusal basından daha fazla önemsediğini, yerel basının sorun, talep ve ''beklentilerini'' daha iyi anlamak için bu şekilde bir organizasyon yaptıklarını söyledi.Ancak burada ciddi bir çelişki var.Eğer gerçekten yerel basın önemseniyorsa, neden ikiye bölünüyor?Değer vermenin yolu, ayırmak değil; aynı masada eşit şekilde dinlemekten geçer.İyi niyet, yanlış yöntemi meşrulaştırmaz.Basına olan saygı, onu kategorilere ayırmakla değil, fikirlerine kulak vermekle gösterilir. Üniversiteler, bilimin olduğu kadar adaletin, eşitliğin ve özgür düşüncenin de yuvasıdır. Hele ki bir üniversite rektörünün öncülüğünde düzenlenen bir toplantıda böyle bir ayrım yapılması, kurumun vizyonuna gölge düşürür.Kaldı ki, bu ülkenin yerel basını çoğu zaman imkânsızlıklar içinde, büyük bir özveriyle halkın sesini duyurmaya çalışır. Bu emeğin karşılığı, ayrım değil; takdir olmalıdır. Gazeteciler olarak bizler, davetle değil; haberle, duruşla, kalemle varız.
Basın mensuplarını sınıflandırmak, bu mesleğin onuruna yakışmaz.
Basına değer vermek, onu “yerel” ya da “ulusal” diye ayırmakla değil; aynı salonda, aynı göz hizasında, aynı saygıyla karşılamakla olur.Son söz olarak;
Basın arasında ayrım olmaz, olmamalı.
Çünkü bizim mesleğimizin gücü kartvizitte değil, kalemindedir.